info@ipe.com.tr

‘Panik bozukluk’ adını mitolojik bir tanrı olan ‘Pan’dan alır. Keçi ayaklı ve insan başlı bir yaratık olarak tasvir edilen Pan, aynı zamanda muzipliği ve eğlenmeyi de çok sever. Ormanda tüm canlılar huzur içerisinde dinlenip uyurlarken aniden ortaya çıkıp gürültü yapar ve onları korkutarak heyecan içinde kaçışmalarına neden olur. Konumuz olan psikiyatrik hastalıktan muzdarip olan kişilerde de bu ani korku ve heyecanlanma olduğundan, iki durumun benzerliğinden yola çıkılarak ‘panik atak’ terimi kullanılmaya başlanmıştır. Yeri gelmişken yaygın bir yanlış anlamayı da düzeltmek isterim. Panik atak kendi başına bir hastalık değildir. 

13 belirtiden oluşan bir belirtiler kümesidir. 

Bunlar arasında: 

  • Çarpıntı
  • Terleme 
  • Titreme 
  • Nefes darlığı veya boğuluyor olma hissi 
  •  Soluğun kesilmesi 
  •  Göğüs ağrısı 
  •  Bulantı veya karın ağrısı 
  •  Baş dönmesi veya bayılma hissi 
  •  Ortamın gerçek değilmiş gibi algılanması veya yoğun bir yabancılaşma hissi 
  •  Kontrolünü kaybetme veya çıldırma korkusu 
  •  Ölüm korkusu 
  •  Uyuşma ve karıncalanma 
  • Ürperme veya sıcak basmaları sayılabilir. Bu 13 belirtinin en az 4 veya daha fazlasının 10 dakika içerisinde en yüksek seviyeye ulaştığı duruma ‘panik atak’ denir.

Yapılan araştırmalarda yüz kişiden yaklaşık 6’sının yaşamlarında bir defa panik atak geçirdiklerini ortaya konmuştur. Ancak bunun bir psikiyatrik hastalık olarak sayılabilmesi ve tedavi gerektiğine karar verilebilmesi için panik atakların tekrarlayıcı nitelikte olması (örneğin 3 haftada 3 atak) ve kişinin bu durumun tekrarlamasından ileri derecede endişe duyması, tekrar etmesini önlemeye yönelik’kendince’ tedbirler almaya çalışması gerekir. Panik atakların bu özellikleri kazanmış olması durumunda bir psikiyatrik hastalık olan ‘Panik Bozukluk’ tan söz edebiliriz.

Her yüz kişiden 3 veya 4’ünün panik bozukluk hastası olduğu tahmin edilmektedir. Oldukça yaygın bir hastalıktır. Her yaşta ortaya çıkabilmesine rağmen en sık 20’li yaşlarda ortaya çıkar. Panik bozukluk hastalığının temel belirtisi olan panik atak aslında ani bir alarm reaksiyonu olarak düşünülebilir. Her insan stres veya korku verici bir durumla karşılaştığında benzer tepkiler verir. Örneğin gece ıssız bir sokakta yürürken karşımıza aniden çıkan havlayan bir köpek karşısında neler yaşadığımızı düşünelim... kalp çarpıntısı, hızlı hızlı nefes alma, yoğun bir korku hissi, baş dönmesi, ağız kuruluğu, tuvalet ihtiyacı hisetme,soğuk soğuk terleme vb...

İlk bakışta insana şaşırtıcı gelse de bir köpek tarafından kovalanırken yaşanılanlarla panik atak arasında birçok benzerlik vardır. Ancak birinde belirgin bir neden ve tehdit unsuru (saldırgan bir köpek) varken, panik atakta her zaman belirgin bir neden bulunmaz veya bu neden birçok insan için aslında stres yaratmayan, panik atak hastasının bireysel geçmişinde stresli olarak yaşadığı bir olayın tekrarlamasından veya tekrar edebileceğinden endişe duymasından kaynaklanır. Bu nedenle panik atağın nedeninin her insanda varolan alarm sisteminin yanlış çalışması veya alarm eşiğinin çok düşük olması olduğu söylenebilir.

Beynimizde bu alarm reaksiyonuna aracılık eden bazı bölgeler vardır (limbik sistem, amigdala vb). Biyolojik olarak bazı kişilerde bu bölgelerin tetiklenme eşiğinin düşük olduğu saptanmıştır. Ancak bu meyilde olan her kişi panik bozukluk hastası olmaz, kişilik de bu hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırıcı veya zorlaştırıcı bir etmen olabilir. Örneğin ana-babanın aşırı kollayıcı ve kontrolcu tutum içerisinde olması, çocuğun kendine güven kazanmasını geciktirir veya engeller, aynı şekilde aile içinde yaşanan olayların hep karamsar ve kötümser şekilde yorumlanıyor olması- örneğin eve geç kalan birinin hemen trafik kazası geçirmiş olma olasılığının düşünülmesi- çocuğun bu tür düşünmeyi alışkanlık haline getirmesine neden olarak panik bozukluğun ortaya çıkmasına zemin sağlayabilir. Panik bozuklukta otomatik karamsar düşünce kalıpları vardır, herşey kötüye bağlanır, buna katastrofik düşünme denir. Örneğin otobüste ortalara otururursam ve otobüs dolarsa aniden inmem gerekse inemem ve altıma kaçırırım gibi...

Panik bozukluk hastaları, bu karamsar düşünme biçimi ve yanlış yorumlamalar nedeniyle hastalıklarının nedenlerini başka yerlere veya olaylara atfetme meyilindedirler. Örneğin pazar alışverişine gitmiş bir evhanımı pazarda alışveriş yaparken panik atağa yakalandığı için, bir dahaki sefere pazara gitmek istemez, çünkü ona göre panik atak pazara gitiği için olmuştur..., veya metroda panik atak geçiren kişi bir daha metroya binemez olur çünkü onun yorumuna göre yeraltına girmek panik atağa neden olmuştur. Oysa hastalığın nedenleri çok başkadır ve bu tür yanlış yorumlamalar hastalığı giderek şiddetlendirir. Hastalığı ağır seyreden bazı hastalar, evden dışarıda olabilecek her türlü olayı panik atakla ilişkilendirirler ve evden dışarı dahi çıkamaz olurlar, bu duruma ‘agorafobili panik bozukluk’ denir.

Psikiyatrik destek almayan ve hastalığından dolayı günlük yaşamı giderek zorlaşan hastalarda karamsarlık, hastalıktan kurtulamayacağım düşüncesi, mutsuzluk ve yalnızlaşma ortaya çıkar. Tedavi olmamış panik bozukluk hastalarının neredeyse yarısında depresyon da ortaya çıkar ve hastanın durumunu daha da güçleştirir. Kendi kendine ilaç tedavisi yapmak, sıkıntıyı gidermek amacıyla alkol kullanmak panik bozuklukta sıklıkla ortaya çıkan davranış biçimleridir. Bu hastaların %20’sinde alkol bağımlılığı görülebilmektedir.

Özetlemeye çalıştığım gibi panik bozukluk oldukça yaygın, yaşam kalitesini çok bozan ve beraberinde birçok başka olumsuzluğa yol açabilen önemli bir sağlık sorunudur. Ancak sevindirici olan psikiyatride tedaviye en çok yanıt veren hastalıklardan biri olmasıdır. Tedavide tek başına ilaç tedavisi veya tek başına psikoterepi yeterli olmamakta genelde bu ikisi beraberce daha iyi sonuç vermektedir. İlaç tedavisinde beyinde serotonin adlı hormonun düzeyini yükseltmeye yarayan ilaçlar kullanılır, serotonin düzeyinin arttırılmasının kişinin sıkıntı ve bunaltısını azalttığı, endişelerini giderdiği, daha enerjik ve mutlu hissetmesine neden olduğu bilinmektedir. Yanlış kanının aksine bu tarz ilaçların bağımlılık yapıcı etkisi yoktur. Psikoterapi de ise davranışçı-bilişsel metodlar kullanılır. Kişinin yukarıda bahsettiğimiz otomatik düşünce kalıplarını farketmesi ve bunların anlamsızlığını farkederek yerlerine daha sağlıklı düşünceler geliştirmesi amaçlanır. Örneğin otobüste her ortaya oturan kişinin altına kaçırmadığı veya metroya binmenin boğulmaya yol açmadığı gibi...Evden dışarı çıkamayan veya otobüse binemeyen, kalabalık ortamlara giremeyen hastalarla beraber bir program çıkartılır, hasta kendisi için en az zor olan –örneğin bakkala gitmek- ve en zor olan-örneğin vapurla Karşıyaka’ya geçmek- durumları belirler ve doktor kontrolünde en az zor olandan en zor olana doğru bunları gerçekleştirmeye başlar. Belirli bir aşama tamamen rahatlıkla geçilmeden-örneğin otobüsle Bucadan Konağa gitmek hala sıkıntı yaratıyorsa- bir sonraki aşamaya geçilmez.

Bu ilaç tedavisi ve psikoterapötik müdahalelerle panik bozukluk hastalarının %50’si tamamen düzelir, yaklaşık %40’ı çok az belirti göstererek yaşamlarına normal bir şekilde devam edebilirler, ancak kadarı tedaviden fayda görmez. Genel olarak tedavide %90’lara varan bir başarı sağlanabilmektedir. Bu nedenle panik bozukluk belirtileri gösteren kişilerin, kulaktan dolma bilgiler veya yöntemlerle kendilerini tedavi etmeye kalkışmamaları, sıkıntı giderici özelliklerinden dolayı alkol ve benzeri maddelerden uzak durmaları, tıp dışı birtakım yöntemlere (muskacı hocalar, transandantal meditasyon, ehil olmayan ellerde uygulanan hipnoz ve akupunktur vb) başvurmadan en kısa zamanda bir psikiyatristin yardımını istemelerinde hastalığın en kısa zamanda ve doğru şekilde tedavisi açısından sonsuz faydaları olacaktır.